İSTANBUL DELİLERİ VOL.1: PAZAROLA HASAN BEY

Foucault, Deliliğin Tarihi kitabında deliliğin 18. yüzyıldan itibaren Avrupa’da sapkınlık olarak görüldüğünü, bu etiketi üstüne almış herkesin tımarhanelere kapatıldıklarını ve toplum zararlısı atfedildiklerini söylüyor. Öyle ki yaptığı tarihsel arkeolojiye göre bu yaklaşımın başladığı takvim, Avrupa’da sosyolojik anlamda büyük yıkımlara sebep olan cüzzamın son bulduğu döneme denk geliyor. Yani Foucault’ya göre toplum kendi değerleri üzerine kurduğu yapıda kendine hep bir keçi arıyor. 18. yüzyıldan itibaren bu keçi “deliler” oluyor.

Yalnız Foucault’nun kaçırdığı şu ki Avrupa’nın en doğusunda bu coğrafyaya kıyıdan da olsa zerk olmuş bir şehir var. O da İstanbul.

Bu şehirde işler Foucault’nun söylediğinden biraz farklı yürüyor. Son dönem Osmanlı mecmualarından tutun da erken Cumhuriyet dönemindeki köşe yazılarına kadar çoğu tarihi metin, deliliğin bu şehirde büyük bir hoşgörüyle karşılandığını gösteriyor. Tabi bu hoşgörü, üzerine inşa edildiği ahlaki yapıya göre elbette kutsal bir boyuttan ivme alıyor ve delilerin dünyevi meselelerden arınmış tanrıya yakın kişiler olduğu inancıyla halk arasında yaygınlaşıyor.

Reşad Ekrem Koçu, İstanbul Ansiklopedisi’ne yazdığı “deliler” maddesinde bunu şöyle açıklamış:

Azgın, caniyane tecavüzleri olmayan delileri İstanbullular İslamiyetin şefkat kaynağından gelen duygunun altında gayetle hoş tutmuş, hatta halkın büyük kısmı onların halinde ilahi bir cezbe (ruhun bedenden ayrı olarak heyecana gelmesi) görerek birbirini tutmaz sözlerine, çıkardıkları acayip seslere, naralara, garip garip tavır ve hareketlerine bir mana, bir haber, bir gizli işaret diye bakmışlardır.

Bu yaklaşımın dile yansımasını yalnızca TDK’ya baksak bile görebiliriz. Sözlükte Deli ve Meczup’un anlamları deliliğe ilahi bir gönderme yapıyor denebilir.

Deli: Aklını yitirmiş olan, akli dengesi bozulmuş olan, mecnun.(Mecnun: Sevdadan ötürü kendini kaybetmiş)

Meczup: Tanrı aşkıyla aklını yitirmiş kimse.

Erasmus’un Deliliğe Övgü kitabında deliliği yücelttiği düşünülecek olursa; gerçek Aptalların kendini aklı başında sananlar olduğu, e delilerin de dünyevi meselelerden uzaklaşarak gerçek Abdal (derviş) oldukları çıkarımı yapılabilir ki bu yaklaşım dilimize oturmuş bu iki kelimenin aralarındaki fonetik benzerlik sebebiyle deliliğe karşı geçmişten gelen bir ılımlılık gösterildiği fikrini pekiştirebilir.

Neyse lafı dolandırmayalım. Bu hayran olunası insanların başında, İstanbul’un en meşhuru Pazarola Hasan Bey geliyor ki kendisi yazının esas karakteri. Osmanlı’nın son dönemine denk gelen hayatında, halk padişahın adını bilmezken onun adını bilirdi. Üzerine şiirler yazılır, gazetelere konu olur, karikatürleri çizilirdi. Dönemin yabancı gazetecileri ünü sınırları aşan Hasan’ın fotoğrafını çekebilmek için İstanbul’u sokak sokak gezerlerdi.

İstanbul’un sempatik adamı, esnafın bereket kapısı meşhur Hasan Bey nâm-ı diğer Pazarola Hasan Bey, kesin doğum tarihi belli olmamakla birlikte 1880’lerde dünyaya gözünü açıp, yine kesin olmayan bilgilere göre 40 yaşları civarında terk-i diyar etti yeryüzü âlemini.

DOĞDUĞU YER UNKAPANI

pazarola-15

Unkapanı’nda Atlamataşı Caddesi üzerinde bulunan eski, cumbalı bir ahşap evde doğan Hasan, hayatının sonuna kadar bu evde yaşadı. Normalden çok büyük olan kafası için doktorlar böyle durumlarda “megalosefal” ve “idrosefal” gibi teşhisler koyuyorlardı o dönem. Akraba evliliğinden doğduğu sanılan Hasan’ın annesi doğumdan 2 ay sonra ölmüştü ki bu da doğum sonrası aşırı tahribatın sebebi olsa gerek. Babası Hasan’a 10 yıl kadar tek başına baktıktan sonra, Hasan’ın veremden ölen dayısının dul kalan eşiyle evlendi. Esasında eski yengesi olan bu kadın, Hasan’ın anne olarak bildiği kişi oldu.

PAZAROLA ….BAŞI!

pazarola-16

Ünlü yazar Ahmed Rasim, Pazarola Hasan Bey’i Eşkal-i Zaman isimli yazı dizisinde tanıtırken şöyle tarif ediyor:

Hasan Bey’i kim tanımaz: Zamanın tek güler simâsı. Tabîatın sahte bir gösterişle iki arşınlık gövdesine takdığı kocaman bir kafanın üzerine âbânî sarıklı, mevsimine göre katmerleri arasına fulya, zerrin, sünbül, gül, hatta fesleğen dalı takılı, hattâ yanpiri duran bir fes kondurun. Rengi esmer, geniş bir alın altına kara iki sivri uçlu kaş, hâlinden ve kalinden (söz ve duruşundan) her vakit memnun olduğunu gösterir parlak, uzun kirpikli iki siyah göz, mütenâsib (uyumlu) bir burun, üst bölüğü birbirine denk gaytan (ip) bıyıklarla donatılmış az büyücek bir ağız, yassı bir çene, fakat ince bir boyun çizin. Hattâ giydirip kuşatarak biraz da çekidüzen verin. Görmeğe, fotoğrafa hacet kalmaz. Ne zaman rastlasam, yüzündeki gülümsemelerini ter ü taze (taptaze) bulurum. Mezcupluk hâline vergi bir temiz bakışla çevresine bakınarak her dükkâna, her satıcıya, işine, malına göre: “Pazarola bakkâlbaşı”, “Pazarola balıkçıbaşı”, “Pazarola aşçı baba” diyerek yürür gider.

Ahmed Rasim’e göre Pazarola Hasan Bey’in bu kadar meşhur olmasının sebebi, onun Pazarola sözünde keramet arayanlardan kaynaklanmakta. Bu aslında doğrudur da. Hasan, çarşı pazar sürekli gezer ve her nevi esnafa, şaire, yazara pazarola derdi. Bunu da herkese değil keyfinin istediğine derdi. Esnaf bu ritüeli öyle kutsal hale getirmişti ki Hasan pazarola demedi mi günü kesat geçeceğine inanan esnaf telaşa düşer, Hasan’ı yolda gördüklerinde dükkanlarında bir çay içmesi için buyur ederlerdi. Hasan’ın dokunduğu mala veya dükkana bereket geleceğine inanırlardı.

Malik Aksel’in bir eskizi.
Malik Aksel’in bir eskizi.

KOCA KAFALILIK

Hasan’ın yağlıboya tablolarını da yapan folklorik ressam Malik Aksel ise İstanbul’un Ortası isimli anı kitabında Pazarola Hasan Bey için şunları söylüyor:

Pazarda Hasan Bey’e göre, hergün düğün bayramdır: Bir iş yapmaz, fakat iş yapanları dâima gayret verirdi. Onun yüzünde istek dilek diye bir şey yoktur, tasa nedir bilmez. Rüzgâra tutulmuş bir yaprak gibi aklının estiği tarafa döner giderdi. Onun her geçtiği yerde düğün bayram var sanılır, hiçbir yerde yalnız kalmaz, görünmediği zaman aranır, kapısı durmadan çalınırdı. Bu adam, her şeyin anahtarı olan akla sahip mi, değil mi idi? Eski kitaplara göre, Tanrı ilk olarak aklı yaratmış. Ona başımızın üstünde yer vermiş. Böylece insanı imtiyazlı kılmış. Pazarola Hasan Bey’in başı ise görülenlerin büyüğü. Büyük başta büyük akıl olacağına inananlara göre, Hasan Bey’in çevresinden çok daha akıllı olması gerekmektedir. ‘Baş’ kelimesini de ağzından düşürmüyor, herkese bir şeyin başı olarak hitab ediyor, her şeyi ‘baş’a bağlıyor, bu ‘baş’ ile kastettiği acaba kendi başı mıdır? Bütün bunlar muammâ. Bilinen bir şey varsa, onun kimseden bir şey istememesi, herkese ümit vermesidir.

“KOCA KAFALILAR AMERİKA’YA GİREMEZ Mİ İMİŞ?”

pazarola-14y
Sözü edilen haber.

Hasan’ın başının büyüklüğü İstanbul’da öyle biliniyor ki o dönem koca kafalılıkla ilgili ne geçse konunun bir yerinde Pazarola Hasan Bey’in de kulağı çınlatılıyor. Hasan’ın ölümüne denk geldiği dönemde, 1927’de yayınlanan “Koca Kafalılar Amerika’ya giremez mi imiş?” başlıklı bir gazete haberi bunun en güzel örneği. Daha sonra Vahdettin Engin’in, Hürriyet Tarih dergisinde “Koca kafalıların Amerika’ya girmesi yasaktı” başlığıyla arşivden çıkardığı haber trajikomik.

Kocasının peşinden 2 çocuğuyla birlikte Amerika’ya gitmek isteyen Madam Topara, Amerikan Konsolosluğu’na başvurmanın yollarını arıyordu. Başvuru listesinin başına geçmek için arabuluculara rüşvetler de veren Topara iki oğluyla birlikte konsolosluğa vize görüşmesine gittiğinde ummadık bir cevap alıyor. Yetkililer Topara’ya kendisi ve küçük oğlunun Amerika’ya gidebileceğini ama büyük oğlunun ülkeye giremeyeceği yanıtını verip, sebep olarak da oğlunun Amerika standartlarına uymayan koca kafasını gösteriyorlar. Büyük oğlu olmadan Amerika’ya gitmeyi reddeden Madam Topara Türkiye’de verdiği rüşvetlerin peşine düşüyor. Bu vesileyle de haber oluyor.

Haberi yapan gazete ise Madam Topara’nın büyük oğlunun resmini koymak yerine Pazarola Hasan Bey’in resmini kullanıyor. Altına da not düşüyor: “Koca kafalılar mevzu-i bahis olunca, yattığı yer nûr olsun, bizim rahmetli Pazarola Hasan Bey’i hâtıra getirmemek kâbil midir?”

SON RÖPORTAJ

“İstanbul’un En Ma’ruf Adamı: Pazarola Hasan Bey”, Osman Cemal Kaygılı, Resimli Ay

Pazarola Hasan Bey’le yapılmış bir de röportaj var. Osman Cemal Kaygılı’nın 1925’te Hasan’ın evine gidip yaptığı röportaj o dönem Resimli Ay Mecmuası’nda yayımlanıyor. Hasan, Hasan’ın babası ve Kaygılı arasında geçen sohbetin bir kısmı şöyle:

-Efendim, Hasan’ımın başından geçen o bir sene evvelki araba kazâsı dolaysısıyla biraz kendisine durgunluk geldi, onun için şimdi sık sık sokağa çıkamıyor. Mamâfih ziyâretçileri eksik değil. Alah râzı olsun, Türk’den, Yahudi’den, Rum’dan, Ermeni’den her gün birçok ziyaretçiler gelip ellerini Hasan’ımın ellerine sürüyor ve o günkü kârlarının açık olması için onun duâsını alıp gidiyorlar.

O zamân ben de hemen elimi Hasan Bey’in eline sürerek:

-Öyleyse, dedim, Hasan Bey, bana da duâ et de, bugün kârım açık olsun!

Gülerek dua etdi:

-Peki sana da pazarola yazıcıbaşı! Sizin dükkânınız nerede?

-Bâbıâli Caddesi’nde!

-Ustanız kim?

-En baş ustamız Abdülhak Hâmid Beyefendi. Ondan sonra sırasıyla Süleymân Nazîf, Ahmed Râsim, Hüseyin Rahmi beyler gelir.

-Belediye sizden de vergi, cezâ filân alır mı?

-Amân sus Hasan Bey, akıllarına getirme, belki almaya kalkarlar.

-Ustalarınıza benden çok selâm söyle!

-Başüstüne!

-Ahmed Râsim Bey amcamın ellerinden, Halid Fahri Bey kardaşımın gözlerinden, Florinalı Nâzım Bey ağabeyimin çenesinden öperim.

1950’lerde çıkan Pazarola dergisi.
1950’lerde çıkan Pazarola dergisi.

Yazının omurgasını oluşturan içerik, Yavuz Selim Karakışla’nın Toplumsal Tarih Dergisi’nde Şubat 2006 sayısına özel ek olarak verilen Eski İstanbul’un Delileri: Pazarola Hasan Bey isimli kitabı olmuştur.